Petrol Kelimesi Nereden Gelmektedir?
Petrol sözcüğü, Yunanca ve Latince'de taş anlamına gelen petro ile yağ anlamına gelen oleumsözcüklerinden oluşmuştur; Petroleum.
Petrol Nasıl Oluşmuştur?
600 milyon ve daha öncesinde yaşayan genellikle tek hücreliler ve deniz kabuklularından oluşan canlıların herhangi bir şekilde toprak altına sürüklenmesi ve orada birikmesiyle oluşmuştur. Deniz tabanında biriken bu ölü tek hücreliler ve deniz kabukluları üzerine, katman katman kum, kil, çakıl, kaya vs birikmeleri olmuştur (sedimantasyon). Biriken bu tek hücreli hayvanlar ve deniz kabukluları aradan geçen 100-150 milyon yıl içinde zamanla üzerlerine binen basınç ve yerküre ısısı ile çürüyerek- bozularak büyük bir kısmı petrol, bir kısmı ise gaz haline dönüşmüşlerdir.
Petrol yeraltında göl-dere-nehir şeklinde mi bulunur?
Kesinlikle hayır. Bir sünger parçası düşünün. Bunu suya batırın. Sünger suyu gözeneklerinde tutacaktır. Sünger kaya, su ise petroldür, bunu böyle farzedin.
Komşularımızda petrol var. Ülkemiz petrol ülkeleri ile çevrili. Niye bizde petrol yok? Veya, Türkiye’de petrol var mı yok mu?
Her ne kadar arap ülkelerindeki bol petrol oluşumuna ve kapanlanmasına neden olan jeolojik yapılanma aynı büyüklükte ülkemizde olmamasına rağmen petrol oluşumuna uygun 26 adet havza vardır ( sedimanter havzalar).
Ülkemizde ‘petrol var mı, yok mu’ sorusuna cevap verebilmek için, bütün bu havzaların çok yoğun bir şekilde didik-didik aranması gerekmektedir. Bu havzalar enine boyuna, yoğun bir şekilde arandıktan sonra “ burada bu kadar petrol var veya yok” denilebilir.
Petrol arama çalışmaları, şu ana kadar Güneydoğu (ancak %20), Adana, Trakya (ancak %17) basenlerinde (havzalarında) yoğunlaşmıştır. Diğer geri kalan basenlerde (ancak %5) açılan çok az sayıdaki kuyu ve yapılan arama çalışmaları, bu basenlerde “petrol var mı, yok mu?” sorusuna henüz cevap verecek durumda değildir.
Bir havzada (basen) petrol var mı, yok mu sorusuna, o basende açılacak yüzlerce kuyudan gelecek olan verilerin değerlendirilmeleri sonucuna göre cevap verilebilir.
Ülkemiz yeteri kadar aranmamış mıdır?
Hayır, ülkemiz yeteri kadar aranmamıştır. Aşagıda verilecek olan mukayeseli bilgi sizlere bu konudaki yeterli bilgiyi vermiş olacaktır.
Romanya’nın yüzölçümü 237.500 km2 dir. Türkiye ondan 3.2 kat daha büyük olup 780.580 km2 dir. Romanya’da bu güne kadar açılan kuyu sayısı 45.000 (kırkbeşbin)’ni geçmiş 50.000 lere gelmiştir. Türkiye’de açılan kuyu sayısı ise , 2008 yılı sonu itibariyle, sadece 3500 (üçbinbeşyüz) dür.
ABD ‘de ise bir ayda ortalama 1000-1100 adet kuyu açılmaktadır.
Özetle; ülkemizde yeterli petrolün olup-olmadığı ancak 50 - 60.000 kuyu deldikten sonra söyleyebiliriz. (Türkiye ‘de kara alanlarının sorunu yukarıda izah edildiği gibi zaten çok büyük ölçekte olmayan yapıların aşırı parçalanmış olması ve bir kısmının da ağır petrol içermesidir. Sorun bu çok parçalı küçük ölçekteki yapıların bulunmasıdır.)
Yabancılar, geliyorlar petrolü buluyor ve daha sonra kuyuyu civa ve tapa ile kapatıp gidiyorlar. Bu doğru mu?
Yıllardır halkın ağzında olan bu söylenti, asılsızdır. Eğer delinen bir kuyuda petrol varlığı görülürse, petrolün ne kadar olduğu, işletmeye değer bir miktarda olup olmadığını belirlemek için çalışamalar yapılır. Bu çalışmalar sonucunda bir karara ulaşılır. Bilindiği üzere her ticari şirket olarak kâr-zarar ekseninde çalışır. Bile bile zarar eden bir şirket olabilir mi? Petrol aramacılığı da bir ticari oluşumdur. Kim zarar etmek ister ki? Eğer bulunan petrol ticari değilse, astarı yüzünden pahalı ise, o kuyu işletmeye alınmaz. Ancak; ülkemizin petrol sektöründeki “Amiral Gemisi” ulusal kuruluş Türkiye Petrolleri A.O zamanla üretim miktarı düşen kuyuları az zararına da olsa- ben buradan 10 varil bile petrol üretmez isem, bu 10 varil petrolü dışarıdan almak zorunda kalacağım; üstelik yapılan masraflar, dışarıya gideceğine, emek-iş-enerji masrafları olarak ülkem dahilinde kalmış olur- mantığı ile davranarak, üretim kuyularından sonuna kadar faydalanmaya çalışır. Yerli özel ve yabancı petrol şirketleri için bu geçerli değildir. Bu şirketler, gayet haklı olarak, kuyu ekonomik olmaktan çıktığı an üretimi keserler.
Bunun yanı sıra, iş sadece petrolü yerin 2000-3000 metre altında bulmak ile bitmez. Derinlerdeki o petrolün yüzeye çıkarılması, yüzey tesisleri ve petrolü nakletme sorunları gündeme gelir. Yüzey tesisleri, boru hatları ve ilgili diğer tesisleri kurmak için ayrı yatırımların yapılması gerekir, bu da o kadar ucuz değildir.
Terk edilen her kuyu, kanun gereği, ağzı çelik tapa ve çimento ile kapatılır. Sondaj yaptığınız yeri, bağı, bahçeyi, tarlayı alındığı şekilde bırakmanız gerekmektedir. Aksi halde PİGM ve yasa önünde suçlu duruma düşer, tarla sahibine çok yüklü bir tazminat öder, çevreci grupların da şimşeklerini üzerinize çekersiniz.
Kuyu çapı yaklaşık 60 cm (yüzeydeki ilk derinlik, daha sonra kuyu çapı daralır), derinliği ise ortalama 1800 metre ( 1.8 km) dir. Farz edelim ki kuyunun üstü kapatılmadı. O çukura bir hayvan, bir insan düşse ne olur? Düşünmesi bile ürkütücü.
Civa ile kapatıyorlar.
60 cm çapında, 1800 metre derinliğindeki bir kuyuyu civa gibi pahalı bir element ile doldurup kapatmak hiç de akıl kârı bir iş değildir. Civaya verilecek para ile yeni bir kuyu daha açılır. Bu söylentinin de aslı-astarı yoktur.
Benim tarlamda petrol bulunursa...?
Yasalar gereği toprağın 60 cm altı devlete aittir. Buna bağlı olarak , devlet o maden veya petrol ruhsatını kime vermiş ise, toprağın 60 cm den altı o şirkete aittir. Tarla-arsa sahibinin zararı olmayacak şekilde, bilirkişinin belirleyeceği bir tazminat tutarı tarla-arsa sahibine ödenir.
Köydeki derede petrol var, kayanın altından veya topraktan petrol sızıyor. Burada petrol var mı?
Yerin altından, bir şekilde kaçıp gelen ve yüzeye çıkan bu sızıntılar, o bölgede veya havzada bir petrol uluşumunun varlığı ortaya koyar. Ancak yüzeydeki bu petrolün nerede oluştuğu (ana kaya) ve oluştuğu yerden nasıl ve nereye göç ettiğini (rezervuar kaya) araştırmak gerekir. Bu çalışmayı jeologlar yapar. Bazı yerbilimciler şöyle der; “ Eğer bir yerde bir gram petrol üremiş ise bunun daha fazlası , niçin üremiş olmasın?”
Petrol aramaları pahalı mıdır?
Sondaj öncesi yapılan jeoloji çalışmalarında, bir jeologtan oluşan jeoloji ekibinin 1 aylık maliyeti ülkemizde 15.000 (onbeşbin) ABD dolarıdır. Bir saha jeologu, 1 arama ruhsatı için saha çalışmasını, yaklaşık 30-40 gün arasında tamamlayabilir. Saha çalışmasını tamamlayan jeolog daha sonra ofiste çalışmalarına devam eder.
Jeolog ve jeofizikçilerden oluşan yer bilimciler, bilgi ve tecrübelerini projenin jeolojik ve jeofizik verileri üzerinde yoğunlaştırıp, ortak bir çalışma yaparak, sismik kesitler üzerinde bir çok senaryolar üretirler. Bu senaryoların içinde ihtimallerin en yüksek olduğu noktaya kuyu açılmasını önerirler. Bu öneriyi, yer bilimcilerden oluşan bir konseye en detayına kadar anlatırlar. Sorulan sorulara cevap vererek, tartışarak konseyi önerdikleri kuyunun delinmesini yönünde ikna etmeye çalışırlar
Petrol aramacılığının en önemli unsuru olan sismik saha çalışmalarında, 2 boyutlu (2D) sismiğin bir kilometresi ülkemizde 6.000 ile 15.000 ABD doları arasındadır. Özel durumlarda sınırlı bir sahayı daha iyi anlayabilmek ve yerin altını daha iyi görmek için yapılan 3 boyutlu (3D) sismik çalışmanın 1 kilometresi ise 12.000-18.000 ABD doları arasındadır.
Sismik Ekip Kampı
Ülkemizin petrol sektörünü denetleyen Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (PİGM) 1 petrol arama ruhsatının alanını en fazla 50.000 (elli bin) hektar olarak sınırlamıştır. 20 x 25 km2 boyutlarında olan 50.000 hektarlık bir ruhsatta, ilk önce kaba olarak (rejyonal) en az 100-150 km 2B sismik yapılır. Daha sonra gelişen teknik istekler nedeniyle bu sismik çalışma hem 2B hem 3B olarak yüzlerce kilometreyi bulabilir.
Petrol aramacılığının en pahalı operasyonu olan sondajın ülkemizdeki maliyeti, teknik bir sorun çıkmaz, her şey yolunda giderse, 1 metre için yaklaşık 1.000 ABD dolarıdır. Ancak 3.500 metre sonrası için bu rakam metre başına 1.500-3.000 ABD dolarına kadar çıkabilir. Bir yandan 1.200 metrelik, bir yandan 5.000 metrelik kuyular delinirken, ülkemizdeki ortalama sondaj derinliği 2.000 metre olarak kabul edilebilir.
Kısaca; Türkiye’de karada 2.000 metrelik bir kuyu delmek isteyenler en az 2.5 milyon doları ceplerine koymak zorundadırlar.
Denizlerde yapılan sondaj ise, deniz derinliğine bağlı olarak ayakları deniz tabanına değen jack-up ile 10 milyon, yüzen sondaj gemisi ile deniz derinliğine bağlı olarak 30- 50, şu an dünya piyasasında ancak birkaç tane bulunan 2000 metre deniz derinliğine kadar faal olabilen son derece teknolojik gemiler ile 200 milyon dolara hatta daha da üstüne çıkabilir.
Daha önce aranmamış basenlerde açılan arama ( wildcat) kuyularında, dünya standartlarında kabul edilen başarı oranı onda birdir. Yani 10 arama kuyusundan
9’u kuru çıkar, 1’i petrollü çıkarsa ‘başarılı’ sayılırsınız. Ancak gelişen teknolojinin, özellikle yorum sistemlerindeki son gelişmelerin, başarı oranını 7’de 1’e düşürdüğü söylenmektedir.
1986-1989 yılları arasında TPAO’nun başarı oranı 10’da 5 ila 7 arasında idi.
"Kimse mükemmel değildir."
Bu şaka çizim, sanki ülkemizin petrol aramacılığının ne kadar zor olduğunu, ve üretim yapılan Güney Doğu Anadolu'nun
yeraltı jeolojisini ve tektonik yapısını, anlatıyor gibi. Yine de TPAO, böylesine küçük parçalara ayrılmış, parçalanmış tektonik oluşumda petrolü bulmada çok başarılı olmuştur.
Durum böyle iken neden petrolü bulamıyoruz?
Ve Türkiye Petrolleri A.O’nun Başına Gelenler.
Eskiden günümüze, 1944-1950 arası hariç, TC Hükümetlerinin petrol ve enerji politikası olmadığı, her yıl yapılan petrol kongrelerinde defalarca dile getirilmiştir. Bütün ülkelerce çok ciddiye alınan dünyanın en stratejik maddesi olan ve uğruna sınırların değiştiği hidrokarbon varlığı( petrol ve doğal gaz) için gerekli olan enerji ve petrol politikasının, ülkemizde günlük olarak uygulandığı, uzmanlarca belirtilmekte ve kongre gibi teknik toplantılarda sık sık vurgulanmaktadır.
Geçerli olan Petrol Yasamız, 1954 yılında o zamanın şartlarına uygun olarak hazırlanmış, ufak revizyonlara uğrayarak günümüze kadar gelmiştir.
Ülkemizdeki hidrokarbon aramalarında son yıllarda görülen zayıflığın bir nedeni de, ülkemizdeki petrol sektörünün gerekli alt yapısını oluşturan, rafineri, boru hatları, petrokimya, gemi taşımacılığı gibi son derece önemli tesisleri, kendi iş gücü, parası, emeği ve projeleri ile hayata geçiren, son derece stratejik bir kurum olan Türkiye Petrolleri A.O’na (TPAO) 1990 yılından itibaren, siyasetçilerin yönetim kadrolarına gözle görülür ve hissedilir şekilde müdahale etmeleri ve bunun sonucunda dikey entegrasyonun bozulmuş olmasıdır. Bilindiği üzere İpraş, Kırıkkale Rafinerisi, Aliağa Rafinerisi, Petkim, İpragaz ve Botaş, TPAO tarafından kurulmuştur. Bu tesislere bir bakıldığında, TPAO’nun geçmişte ne kadar başarılı işler yaptığı açıkça görülebilir.
Eğer bu ülkede petrol bulunacaksa , bunu en hızlı, en geniş ölçekte ancak TPAO yapabilir. Teknik bilgi, teknik kapasite, arşiv zenginliği, zengin yerbilimci kadrosu, zengin tecrübe, eksiksiz yorumlama sistemleri, makine - teçhizatı ve geniş olanakları ile milli kuruluş bu sorunun üstesinden gelebilecek düzeydedir.
Ne oldu da böyle oldu?
Halit Edip Özcan’ın Kişisel Yorumu
TPAO’nun organik yapısı, bilinçli olarak, değiştirildi.
Büyük petrol şirketlerinin, özellikle milli petrol şirketlerinin değişmez bir yapıları vardır. Bu ortak yapı şöyledir; petrol aramacılığı pahalı ve riskli bir iş olduğundan, rafineri, boru hatları, satış istasyonları, petrokimya vb gibi bir çok kâr getiren ve zarar etmesi imkansız olan alt işletmelerden gelen gelirin bir kısmı arama yatırımlarına aktarılır. Günün şartlarına uyan ve kendini yenileyen rafineri, boru hatları ve satış istasyonları hiç bir zaman zarar etmez. Petrol fiyatları ne kadar yüksek olursa olsun, rafineriye, boru hattına ve pompaya giren petrol, işletme ve taşıma kârı üzerine eklenerek rafineriden, boru hattından, pompadan akar ve tüketiciye ulaşır. Tüketici de bu mamulü hangi fiyatta olursa olsun almak zorundadır.
Ülkemizde pek tanınmayan ancak dünya çapında dev bir petrol şirketi olan Rusya milli petrol şirketi LUKoil, bu konuda alınacak en iyi örnektir. LUKoil, petrol sektörünün tüm alanlarında faaliyet gösterirken, aynı zamanda gemi taşımacılığı, gemi yapımcılığı, altın işletmeciliği, inşaat işleri vb. gibi işleri de yapar. Böylece, petrol aramacılığına ek mali kaynak temin eder.
Komünist ve sosyalist olarak bilinen bir ülkenin milli petrol şirketi bu şekilde yönetilirken, demokratik bir cumhuriyet olan Türkiye’nin milli petrol şirketi olan TPAO’nun bu günkü durumu ise LUKoil’e hiç benzememektedir.
TPAO’nun günlük hidrokarbon üretim miktarı TPAO’nun web sayfasından öğrenilebilir. Bu günlük üretimi o günkü petrol fiyatı ile çarpın, elinize geçen rakam, TPAO’nun hergün Hazine’ye kazandırdığı dolar miktarıdır. Buna karşın
bir kamu kuruluşu olduğundan, yıllık bütçesini ETK Bakanlığına, DPT’ye, Hazine’ye sunar, yatırımlarını açıklar. Meyva-sebze ihracatına, tekstile, haklı olarak, bir sanayi gibi gören devletin, nedense, dünyanın en önemli maddesi olan milli petrolü bir sanayi olarak görmemesi ve ona yeteri kadar önem vermemesi, son ulusal petrol kongresinde ( mayıs 2009) gündeme gelmiştir.
ETK Bakanlığı’nda, DPT’de, Hazine’de ve TBMM’de petrol kökenli olup, petrolcülüğü anlayacak, petrolcüyü anlayacak kimse yoktur. Onlar için TPAO bütçesi demek “ mutlaka tenkisata uğratılması gereken” bir bütçe demektir. TPAO 1983 yılından itibaren hep bunun sıkıntısını çekmiştir. Ancak geçen son 3 yıl içinde TPAO’nun istediği bütçeye kavuştuğu bilinmektedir. İstenen bütçenin alınması ile TPAO, yakın bir gelecek içinde bunun meyvalarını ülkeye sunabilecek güçte ve kapasitedir.
3-TPAO’nun kolu-bacağı kesiliyor.
1979 yılında başlayan, TPAO’nun yeniden yapılandırılması (!) çalışmaları, 12 Eylül 1980 darbesi sonrası askeri yönetim, daha sonra ise günün hükümeti tarafından tekrar ele alınmıştır. Bir yabancı kuruluşa, akılda kaldığı kadarıyla 3 milyon dolar gibi bir para ödenerek “ Git , şu TPAO’nun yapısını bir incele, gereken çalışmayı yap, nasıl daha feasable(!!!!) olabilir, bize bildir, biz de ona göre hareket edelim.” denilmiş, böylece ‘ kuzu kurda teslim edilmiştir.’ Firma “ Gelir getiren rafineri, boru hatları, gemi taşımacılığı, gübre sanayi, petrokimya gibi gibi üniteleri yapıdan ayıralım, onları özelleştirerek, TPAO’yu daha feasable (!!!) hale getirelim.” diye rapor vermiştir.
Böylece kendi bilgi, tecrübe ve projeleri ile bu ülkeye 3 rafineri, 1 petrokimya tesisi kazandıran ve Genel Müdürlük binasında sadece bir katın yarısını işgal eden Rafineri Grup Başkanlığı, TPAO’dan sökülerek alınmış ve TÜPRAŞ kurulmuştur.
Böylece az sayıdaki personelle çok başarılı işler yapmış TPAO Rafineri Grup Başkanlığı birden Genel Müdür, Genel Müdür Yardımcıları, Yönetim Kurulu , Denetim Kurulu ve Grup Başkanlıkları halinde kadrosu çoğaltılarak feasable(!!!) hale getirilerek TÜPRAŞ adını almıştır.
Yine az sayıdaki kadrosu ile Batman-Dörtyol, Kırıkkale-Dörtyol ve Irak-Yumurtalık Boru Hattı’nı yapan ve Genel Müdürlük binasının yarım katını işgal eden Boru Hatları ve Petrol Taşıma Grup Başkanlığı da TPAO’dan kopartılarak alınmış ve BOTAŞ adını almıştır. Botaş’ta da Tüpraş’daki gibi yapılanma olmuş Botaş da daha ‘feasable (!!!)’ hale sokulmuştur.
TPAO’yu daha ‘fesable !!!!’ hale getirmek isteyen askeri ve politik kişiler, acaba şöyle düşünebilirler miydi? “ Bizler bu konunun yabancısıyız. Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Bunu en iyi şekilde öğrenmek için TPAO benzeri, dünyaca tanınmış, Esso, Amoco, Mobil, Shell, BP gibi büyük petrol şirketlerinin organizasyon yapılanmasına bir bakalım aradaki farkı görelim ve ona göre davranalım.”
Böyle düşünüp bir araştırma yapsalar veya yaptırsalardı, arada bir fark olmadığını, onların da aynı TPAO gibi, gelir getiren rafineri, boru hatları, taşımacılık gibi unsurları aynı yapı içinde tuttuklarını görüyor olacaklardı. Belki de görmüşlerdir, kim bilir?
Böylece TPAO’nun parçalanarak daha feasable hale konması konusunda kararlı olanlar“Amerika’yı yeniden keşfetmeye çalışmışlar, ancak keşfedememiş-lerdir.” Bindikleri geminin hazinesini kaybetmiş olarak ülkelerine geri dönmüş, üstelik Dimyat’a pirinçe giderken eldeki bulgurdan da olmuşlardır. TPAO’yu kolsuz, bacaksız ortada bırakarak “ hadi bakalım adım at, yürü, biz de bir görelim” demişlerdir. Bununla kalmamış, bütün bu olup bitene rağmen yürümeye ve adım atmaya başlayan TPAO’ya müdahale ederek, “ istediğin gibi yürüyemezsin, benim istediğim gibi yürüyeceksin” demişlerdir.
Eğer bu ülkede petrol bulunma umudu varsa, bu umudu büyük-geniş ölçekte arama çalışmaları yaparak, gerçekleştirebilecek tek bir kurum varsa, o da TPAO dır. Teknik kapasitesi yüksek (bireysel olarak), bilgi ve tecrübesi ile dünya standartlarında olan, ekipman yönünden zengin ve en önemlisi “şirketim için, dolayısıyla ülkem için çalışıyorum” düsturu ile gönülden çalışan insanların var olduğu TPAO’nun olabileceği gerçeğinin görülmediği, ya da görmezlikten gelindiği ortadadır.
Bu sonuçtan TPAO’nun ve ülkenin çok şeyler kaybettiği, aradan geçen zaman içinde, petrolle ilgili herkes için, çok iyi bir şekilde anlaşılmıştır. Bu nedenle günümüz (2009) TPAO yönetimi tekrar eski yapılanmaya dönmek için projeler hazırlamaktadır. Ancak bu o kadar kolay olacak gibi gözükmemektedir. Bugün İpraş gibi bir rafineri kurmak isterseniz 15-18 milyar dolar, bir Petkim için 10-15 milyar dolar harcamanız gerekecektir.
3-TPAO-Politika ve Şirket Kültürü’nün Yok Edilmesi
Eskiden, TPAO’da yeni bir yönetici atanırken, ‘ ya bu olur, ya da şu olur’ denirdi. Ve tahminler hep tutardı. Çünkü askeriyede olduğu gibi, TPAO’da da üst ve alt yönetim kadroları, kıdem- tecrübe ve liyakat esasına göre terfi ederlerdi. Herkes kıdem ve tecrübe esasında haddini gayet iyi bilirdi. Bilinirdi ki, 7 yıl geçmeden baş memur, 12 yıl geçmeden şef, 5 yıl geçmeden kıdemli yer bilimci, 15 yıl geçmeden proje yer bilimcisi olunmaz.
“En bozulmamış kurum askerdir.” derler. Niye? Dış etkenlerden az da olsa etkilense bile, iç dinamikleri ve kadro sistemi söz konusu olduğunda hiç bir dış müdahaleyi kabul etmediği içindir. Şöyle farz edelim; bir yüzbaşıyı, hatır,gönül ile bir günde general yapalım. Apoletlerini omuzlarına takalım. Şimdi o yüzbaşı-general, bir gün önce emir aldığı alay komutanına bir gün sonra emir verir olursa, girdiği savaşı kazanabilir mi? Erk sahibi bir kaç kişinin ağzından çıkan bir kaç kelime ile gelenek-görenek, edep ve adâp bir tarafa bırakılıp, her şey oluyorsa, o zaman politikacıların liseye giden çocuklarına, üniversite diploması verelim. Üniversiteye gidip senelerce bilim-ilim okumanın ve tecrübe-liyakat sahibi olmanın ne gereği var?
“Siyasetin girmediği devlet kurumu yoktur.” derler. Bu anlamda siyaset , o zamanlar TPAO’ya girmiş ise de bu zor fark edilirdi. Öylesine hayret verici, ‘vay vay bak şu, şu olmuş, olacak şey değil’ diyecek değişikler görülmezdi, ta ki 1990 yılına kadar.
Teknik Bilgi ve Tecrübeli Teknik Elemanlar Erozyonu
Siyasetin TPAO yönetimine ve politikasına tam anlamıyla karışması ile bütün bu liyakâta ve tecrübeye dayanan kültürel düzen alt üst oldu. Bir gün önce üstünden emir alan kişiler, ertesi gün aradaki yaş, kıdem ve tecrübe açısından kendisinden çok ötede olan amirlerine emir verir ve projeleri yönetir oldu. Kişilikleri tam yerleşmemiş yer bilimcilerin ve teknik adamların bir kısmı işi-gücü bırakarak, makam uğruna siyasetçi peşinde koşar oldular ve bu konuda başarılı da oldular.
Yıllarını şirkete vermiş sevilen ve sayılan yönetici bir duayen büyüğümüz verdiği emeklilik kararını “ Şirkette kasaplar terziliğe, oto tamircileri kuaförlüğe soyundu. Üç günlük bir adam, ablası bilmem kimin sekreteri diye bir gecede genel müdür muavini oldu. İlk yaptığı iş , sürekli işe geç geldiği için kendisinden savunma isteyen grup başkanı ile uğraşmak ve onu emekli etmek oldu. Mesleği yer bilimci olan arkadaşlar, makam-mevki uğruna büyük kulisler yaparak, meslek değiştirdiler. Hiç anlamadıkları işlerin başına planlamacı, makineci ve ikmalci olarak geçtiler. Bundan böyle şirket zor adam olur. Siyaset, işte şimdi şirkete tam olarak girdi. Artık daha fazla rezil olmadan, çoluk-çocuğun eline kalmadan, onurumuz zedelenmeden huzur içinde emekli olmak istiyorum.”şeklinde açıklamıştı.
Bu onur kırıcı ve ters duruma dayanamayan bir çok yer bilimci ve petrolcü şirketten ayrılıp, dünyaca tanınmış şirketlerde iş bularak dünyaya dağıldılar. Yurt dışında iş arayan ye rbilimci ve petrolcüler için ‘TPAO’dan geliyorum’ referansı kabul görür. Şu an Türkiye enerji-petrol sektöründe faaliyet gösteren özel şirketlerin bir ve iki numaralı yöneticilerinin hemen hemen tümü TPAO kökenlidir. “ Siyasetci eğer gücü yetiyorsa özel sektöre bir kişi soksun bakalım.” deyişini anımsayarak, Türk enerji sektöründe söz sahibi olan TPAO kökenlilerin bir benzerlerinin yetişmesinin uzun yıllar alacağının da burada belirtilmesi gerekmektedir. Bu kişiler, halen bütün gönülleri ile TPAO’nun kurumsal kimliğine aşıktırlar. Zaten TPAO kurumsal kimliği onlara onur ve şeref vermektedir.
Sektörde ‘amiral gemisi’ olan TPAO, bir okul gibidir. Teknik elemanlarını çok iyi yetiştirir. Yer bilimcilerinin sayısı 300’ e yakındır. Değiştirilen şirket kültürü, atamalardaki yandaşlık, eğitim ve sosyal etkiler nedeniyle şirketi kuran büyüklerin sağlam bir şekilde tesis ettiği ‘şirket kültürü’, hızla erozyona uğramaktadır. Yer bilimciler arasındaki ilişkiler eskisi gibi değildir. “ Her şeyi ben daha iyi bilirim” zihniyetine sahip, özellikle burslu olarak yurt dışında okuyarak geri gelen yeni neslin tutumları da bir sorun olarak gözükmektedir. Büyük-küçük, kıdemli-kıdemsiz, tembel-çalışkan, ceza-takdir değerlendirmesinin ortada olmadığı gözlemlenmektedir. Çalışan ve çalışmayan aynı ücreti almaktadır.
Aramacılıkta ‘burada kuyu açılacak kararını’ veren olgunlaşmış, tecrübeli, danışman mertebesindeki bir çok yer bilimci , yukarıda anlatılan nedenlerle, küstürülmüş, hepsi kendi köşelerine çekilmiş, emekliliklerini beklemektedirler.
İş gücü ve teknik bilgi birikim kaybını varın siz düşünün.
Kısaca) bir iki Genel Müdürler ve TPAO
Öncesi yaşamında petrolcülükle uzaktan yakından hiç bir alakası olmayan, bir genel müdür, kimin etkisinde kaldı bilinmez(!), bizleri hayrete düşüren şu açıklamayı yapmıştı. “ 40 yaşını aşkınlarla bizim işimiz yok, ben onlarla çalışmam. Gençlere yol vereceğim.” Bugün dünya piyasasında, genç petrolcü ve yer bilimciler çok zor iş bulurken, kıdemli ve tecrübeli olanları hemen iş bulabilmektedir. Sanırım, bugün o da hatasını anlamıştır, ama ne çare; TPAO daki olgunlaşmış teknik zirve, büyük erozyona uğrayarak, tepeden aşağıya, yamaçlara doğru kaymış, telafisi zor bir yıkıma uğramıştır. Bu dönemde bir çok yer bilimci ve petrolcü TPAO’dan istifa etmişlerdir.
Aynı genel müdür, büyük bir salonda TPAO çalışanlarını yılda en az 1 kere toplar, onlara şirketin yaptığı, yapacağı işleri, bir slayt şovla anlatırdı. Bunu bir adet haline getirmişti. Bu adet çalışanlarca memnunlukla karşılanmıştı. İlk defa bir genel müdür çıkıyor, çalışmaları anlatıyor, onlarla paylaşıyordu.
Yine bir toplantı yaptı. Yemek salonu tıka-basa çalışanlarca doldurulmuştu. Onlara durmaksızın 45 dakika, kare kare kendi yorumlaması ile çalışmaları bir bir anlattı. Anlattıklarından hem gün için hem gelecek için çok güzel bir tablo çıkıyordu. Toplantı sonunda “söz almak isteyen var mı?” diye mutat olarak sordu. Biri “ var” dedi. O kişi kısa bir zaman öncesine kadar daire başkanıydı ve anlatılanların hemen hemen tümü ile ya direkt ya da endirekt ilişkisi olmuştu, konuya hakimdi. “ Var, efendim. 1. olarak söylediğiniz, sizin söylediğiniz gibi değil, böyle. 2. olarak söylediğiniz değerler öyle değil, böyle, böyle cinsinden tam 5 adet maddede kendi bildiklerini anlattı. Ve genel müdür de “evet sizin söylediğiniz gibi” dedi, başkasına söz hakkı vermedi ve toplantıyı bitirdi. Vee.... ne oldu hepimiz biliyoruz... gelecekte bize umut vaat eden bu sayın genel müdür 1 hafta sonra, kafasındaki teknik bilgi birikimi ve kozmik sırlar ile gitti, özel bir şirketin başına geçti.
Siyaseten dışarıdan atanan ancak diploması yer bilimci olan bir eski genel müdür ise;
Arama Grubu günlük kuyu toplantısına katılmış, orada bulanan herkesi güldüren ve aynı zamanda da hayrete düşüren şu cümleyi kullanmıştı; “ Madem kuyuda 1800 metrede yapılan testlerde su geldi, bunu hemen DSİ’ye bildirelim.” Gelen su ise formasyondan gelen fosil suyu idi ve yapılan bu büyük gafı en acemi petrolcü ve yer bilimci bile yapmaz idi. Toplantı bitiminde koridorda karşılaştığım bir yer bilimci arkadaşım, “ Ne günlere kaldık. Konudan haberi yok. Gel de şimdi bu adamın altında çalış. Adam benim onda birim kadar petrolcü değil.” demişti.
“Yıllardır, kol kırılmış yen içinde kalmış.Herkes birbirini korumuş kollamış. Ama bundan sonra herkes TPAO’da neler olup bittiğini görecek ve öğrenecek” diyecek kadar TPAO’ya yıllardır haset ve kıskançlıkla bakan aynı genel müdür, koridordan geçerken kapısı açık olan bir odanın içinde masasında oturan bir çalışan görür, geri döner ve hiddetle şöyle der: “ Sen benim kim olduğumu bilmiyor musun? Ben genel müdürüm. Niye beni görünce ayağa kalkmadın?”
Bu genel müdür zamanında, çok tecrübeli bir çok aramacı istifa ederek, tanınmış petrol şirketlerinde iş başı yapmışlardır. Yıllarca özenle bezen ile yetiştirilen meyvalar olmuş, tam yenecek iken “Ben yiyemiyorum, yemek de istemiyorum, al sen ye.” denmiştir.
Yukarıda anlatılanlar, sizlere komik, basit ve anlamsız gelebilir. Yazının genel temasını bozacakbu basitliğin burada ne yeri var, çok avamî diyebilirsiniz. Bu ve benzeri çokça yaşanan bu anekdotlar, TPAO’nun yıllardır, nasıl ve ne tür karakterler tarafından yönetildiğini anlatabilmek amacıyla yer almıştır.
Bakanlık ve TPAO
ETK Bakanlığı’na 15 adet genel müdürlük ve kuruluş bağlıdır. Sayın Bakan bu kadar kuruluşa ne kadar zaman ayırabilir, TPAO’yu ne kadar anlayabilir, nasıl vakit bulur da
TPAO’nun son dere acil, önemli ve stratejik sorunlarına ne kadar zaman ayırabilir?
TPAO, “ altın çağını” günlük 80.000 üretim rekoru ile devlet bakanlığına bağlı iken yaşamıştı. Devlet bakanı TPAO’yu sıkı sıkı takip eder, personel hareketlerine hiç karışmaz, TPAO’nun iç dinamiklerini rahat bırakır ve onlara güvenirdi.
“ Ben bakan değil miyim? Sen bana bağlı değil misin? Sana emrediyorum. Orada bir kuyu açacaksınız. Madem her açtığınız kuyudan petrol çıkmıyor. Bir de benim hatırıma bir boş kuyu açsanız ne olur? Yörenin siyasetçileri beni yedi bitirdi, bir kuyu açın diye..” Bu sözler, ETK Bakanının TPAO Arama Grup Başkanına söylediği sözlerdir. Arama Grup Başkanı “ Efendim, petrol aramacılığında bir günde petrol kuyusu açalım kararı verilemez. Ben talimatınızı anladım. Hemen oraya jeolog arkadaşlarımı saha çalışmaları için göndereceğim. Akabinde en kısa süre içinde sismik çalışma proğramı yapıp, sismik değerlendirmeyi yaptıktan sonra burada en kısa zamanda bir kuyu açacağız.” demesi üzerine yukarıdaki sözleri sarf etmiştir.
Ancak bakan ikna olmamış, aldığı cevaptan rahatsız olmuştur. Sayın bakan şunu bilmeliydi ki, bu fakir ülkede ( zengin de olsa fark etmez) “Hatıra binaen 2 milyon dolar harcanarak boş kuyu açılmaz.”
Bu grup başkanı görevinden alınmıştır. Eğer grup başkanı “Tamam efendim, emriniz olur.” deyip en az 2 milyon dolarlık bir harcamayı yapıp kuru-muru bir kuyu açsa idi, ondan iyisi olmayacak ve görevine devam ediyor olacaktı.
Benim seçim bölgemde de bir kuyu açalım, diyen siyasi zorlamalar daha önce de olmuş... ‘1954-2005 Fotoğraflarla TPAO’ adlı hazırladığım, ancak henüz baskısı yapılmamış- herşeyi ile baskıya hazır olarak dijital ortamda Arama Grubu arşivine teslim edilen- kitabım ile ilgili yaptığım röportajlarda bir büyüğüm şöyle demişti;
“Yeni genel müdür, tamamen o yörenin siyasetçisi istediği için açılacak “siyasi kuyuyu” , lokasyonu hazırlanmış, nakliyesi başlamış vaziyette hemen iptal etti. Bir çok kamyon lokasyona varmadan geri döndürüldü.”
Acaba böyle garip istekler diğer ülkelerde de oluyor mu?
Petrol Aramacılığında Show
‘Petrolcülükte önce sessizlik, bilgi saklama, sonra keşif, en sonra bunun reklamı gelir.’derler.Halbuki, kiralanan sondaj gemisi Çanakkale Boğazı’dan geçerken ayrı, İstanbul Boğazı’ndan geçerken ayrı, vardığı yerde ise ayrı törenlerle karşılanıyor, demeçler veriliyor, TV’lere çıkılıyor, gazetelerde manşetlerde olunuyor
Bakan ve ilgililer TV’lere çıkıyorlar “ Karadeniz’de bilmem şu kadar milyar varil petrol potansiyeli var.” diyorlar. Halk haberdeki “potansiyel” i atlayarak veya anlamını bilmediğinden “var” olarak algılıyor ve ‘petrol içinde yüzeceğiz’ umuduna kapılıyor. Sonra biri çıkıp ta “ Sayın bakanım, bir süre önce şöyle şöyle umut dağıtmıştınız. Sonuç ne oldu?” diye sormuyor, sorsa da bakan gayet politik bir konuşma yapıyor ama bir şey anlatmıyor. Örnek mi? İşte sadece bir örnek:
“Türkiye'nin kaderi değişiyor. Karadeniz'de Hopa açıklarında ve Suriye sınırındaki iki noktada petrol bulundu. (4.Mayıs.2006 Perşembe- Basından)
Türkiye’de petrol var mı yok mu tartışmalarına son nokta koyuluyor. Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) Genel Müdürü Saim Dinç, Karadeniz Hopa'da 3 bin 200 metrede ve Suriye sınırında bin 300 metre derinlikte yapılan sondaj çalışmaları sonucunda Türkiye’nin kaderini değiştirecek petrol bulduklarını açıkladı. Dinç, bulunan petrolün Türkiye'nin ihtiyacının büyük kısmını karşılayacağını tahmin ettiklerini ifade etti. Genel Müdür Dinç, petrolün tam anlamıyla ekonomiye kazandırılmasının zaman alacağını vurgularken, bu sürenin 8 yılı bulabileceğine işaret
eden Dinç, Batı Kozluca’daki sondaj çalışmalarında 3 kuyuda da 12-13 gravite kalitede petrol bulduklarını ifade ederek, Batı Kozluca’daki 3 kuyuda bin 300 metrede petrol bulduklarını söyledi.. Bu 3 kuyuda da üretime başlandı. Dinç, bu 3 bölgede toplam 10 kuyu açacaklarını söyledi.”
Aynı bakanın bir sohbet toplantısı esnasında “ Hopa-1 de, 50 metre daha ilerleyelim, masrafları biz karşılayacağız, diye çok rica etmeme rağmen, BP teklifimizi kabul etmedi (!!!!).” dediği petrol camiasında konuşulmaktadır.
Bu ülkenin petrol varlığını, ulusal kuruluş TPAO ispat edecektir. Görevi zaten petrol aramak ve üretmek olan TPAO’yu günlük, geçici siyasi rant sağlamak için kullanmak ne kadar doğrudur? Böyle yapıldıkça, siyasi vaazlar ile halka dağıtılan umutların sonucunu takip eden halk, TPAO’ya olan güvenini de yitirmektedir.
Başarıyı hepimiz istemiyor muyuz?
Politikacının her türlüsü, özellikle iktidar partisinin üyeleri, çok basit konularda bile TPAO’yu niye rahat bırakmıyor? Niye her şeyine müdahale ediyor, yöneticilerini ürkek yapıyor, liyakat, kıdem ve tecrübe esasına bakmazsızın yönetim ve alt kadro atamalarını, yapıyor? İç dinamikleri rahatsız ediyor?
Halen de “olmuş tam yenecek kıvama gelmiş” yorumcular ve petrolcüler TPAO’dan bir yaprak dökümü gibi gün be gün ayrılıp, en az aldıklarının 4 katı maaş ile yabancı petrol şirketlerinde çalışmaya devam ediyorlar. Bu gidişle, zamanı gelmiş eski neslin emekli olması ile, bilen-öğreten- danışılacak ağabeyler kalmayacak, hiç temenni edilmez ama,TPAO yakın bir gelecekte dışarıdan mühendislik hizmeti alıyor, olabilecektir.
Türkiye'nin güzide ve en stratejik öneme haiz kuruluşu olan TPAO kendisine verilen son derece teknik ve zor görevlerin üstesinden rahatlıkla gelecektir. Yeter ki onu rahat bıraksınlar, kendi yağında kavrulsun.
“ Siyaset petrolü değil, petrol siyaseti belirler.” derler.
Halit Edip Özcan
Ankara, 12.06.2009
Yeniden Düzeltme (revize) : 23.06.2009
Açıklama: 2013 yılında yazımı gözden geçirirken, TPAO'nun yatırımlar ve bütçe konusunda, Bakanlıkça tam olarak desteklendiği ve para bulmakta zorluk çekmediği söylenmektedir.