11 Mayıs 2018 Cuma

Eyüp Doğan; Türkiye Engelliler Konfederasyonu Genel Sekreteri EYÜP DOĞAN (TPAO Araştırma Merkezi Emeklisi/Görme Özürlü) Genel Başkan Turhan İçli ile birlikte bir BASIN TOPLANTISI yaptı

Engelliler Konfederasyonu, seçimlerde engellilerin sandığa erişimlerinin sağlanmadığını ve oylarının güvence altına alınmadığını belirtti. (Engelliler Konfederasyonu Genel Başkanı Turhan İÇLİ ve Genel Sekreter Eyüp DOĞAN)

Fotoğraf: (Evrensel) Engelliler Konfederasyonu Genel Başkanı Turhan İÇLİ ve Genel Sekreter Eyüp DOĞAN ile Yönetim Kurulu Üyelerinden Bir Grup Basın Toplantısında Görülüyor.
‘Sandıkların yüzde 50’sinden fazlası engelli erişimine uygun değil. Engelliler Konfederasyonu, seçimlerde engellilerin sandığa erişimlerinin sağlanmadığını ve oylarının güvence altına alınmadığını belirtti.'
Engelliler Konfederasyonu Başkanı Turhan İçli, “Erişimi mümkün olmayan oy sandığı kalmayacak” sözü verilmesine rağmen 24 Haziran seçimlerinde 6 milyon engelli seçmenin oy sandıklarına güvenli erişilebilirliğinin sağlanması konusunda herhangi bir ilerleme kaydedilmediğine dikkat çekti. İçli, “6 milyon engelli seçmen kitlesi ya oy kullanamıyor ya da kullandığı oyun kendi iradesine uygun kullanılıp kullanılmadığını maalesef bilmiyor” dedi
ENGELLİLER YA OY KULLANAMIYOR YA DA OYU İRADESİ YÖNÜNDE KULLANILMIYOR
Engelliler Konfederasyonu, 24 Haziran seçimlerinde engellilerin oy kullanımındaki erişilebilirlik, güvenlik ve gizlilik koşullarını değerlendirdiği bir basın toplantısı düzenledi. Engelliler Konfederasyonu Genel Merkezinde yapılan toplantıda konuşan Genel Başkan Avukat Turhan İçli, kendilerine 2019 seçimlerinde “Erişimi mümkün olmayan oy sandığı kalmayacak” sözü verilmesine rağmen bu konuda herhangi bir ilerlemenin kaydedilmediğini belirtti. İçli, tek farkın ağır derecede engelli olanlara oy sandığının götürülmesine ilişkin karar olduğunu ancak bunun da henüz nasıl sağlanacağının belli olmadığını belirtti. Oy kullanılacak mekanların yüzde 50’sinden fazlasının engelli erişimine uygun olmadığını belirten İçli, “En son 16 Nisan referandumunda gördük. Baronun oluşturduğu kriz masasına yüzlerce şikayet geldi. Bedensel engelli arkadaşımız binanın önüne kadar gidiyor ama sandığa erişemediği için oy kullanamıyor. Çoğu insan bu tür durumlarla karşılaşacağını bildiğinden oy kullanmak için evinden dahi çıkmıyor” dedi. Binlerce engellinin sandıklara erişemediği için yurttaşlık hakkını yerine getiremediğini kaydeden İçli, refakatçi eşliğinde oy kullanan engellilerin de kendi iradesi yönünde oy kullanıp kullanmadığı noktasında emin olamadığını kaydetti. İçli, “Engellilerin erişiminin sağlanamaması demokrasiye gölge düşüren bir uygulama. 5-6 milyon engelli seçmen kitlesi ya oy kullanamıyor ya da kullandığı oyun kendi iradesine uygun kullanılıp kullanılmadığını maalesef bilmiyor” dedi. İçli, Engelsiz Erişim Derneğinin bu konuda çalışmalar yaptığını belirterek engellilerin oy sandıklarına güvenli erişimi için oy şablonları, oy makinesi gibi birçok yöntemin bulunduğuna dikkat çekti.
‘MECLİS’TE ENGELLİ TEMSİLİ SAĞLANMALI’
TBMM’de engelli hareketinden gelen, engelli birikimini temsil eden temsilci bulunmadığını kaydeden İçli, siyasi partilere de daha çok engellinin temsilini sağlanması ve tüzüklerine engelli kotası getirmeleri yönünde çağrı yaptı. İçli, “Biz artık partilerin engellileri aldatmasının sona erdirilmesini istiyoruz. Binlerce engelli aday adayı oluyor ancak seçilemeyecek yerlerden aday gösteriliyor. Bunlara karnımız tok. Sadece engelli sorunları ile ilgili değil Türkiye sorunları ile ilgili söz söyleyecek çok sayıda engelli arkadaşımız var. Bunların Meclis’e taşınması gerek” dedi. (Ankara/EVRENSEL)

28 Şubat 2018 Çarşamba

FETHİYE ADI'NIN KAYNAĞI, TARİHİ DAYANAĞI VE ŞÂNI TARİHE YAZILAN BU İSMİN KAHRAMANI "Türkiye'nin ilk hava şehidi Pilot Yüzbaşı Mehmet Fethi Bey'in 104.şehadet yıldönümü" OĞUZ ERTÜRK

FETHİYE ADI'NIN KAYNAĞI, TARİHİ DAYANAĞI VE ŞÂNI TARİHE YAZILAN BU İSMİN KAHRAMANI
Oğuz ERTÜRK
Türkiye'nin ilk hava şehidi Pilot Yüzbaşı Mehmet Fethi Bey'in 104.şehadet yıldönümü (AA) töreninden görüntüler.
Bilindiği üzere o zamanki Meğri olan ilçe halkının talip olmasınin sonucunda , Atatürk'ün Fethi Bey'in hatirasının yaşatılması için adının bir ilçeye verilmesi talimati yerine getirilmiş , Muğla'nın Meğri ilçesinin adı "Fethiye " olmuştur.


Bugün ülkemizin ilk hava şehiti Pilot Yüzbaşı Mehmet Fethi Bey'in 104. ölüm yıldönümü vesilesiyle , Fethi Bey'in heykelinin yeni taşındığı , yanına da uçağının maketinin konduğu Kuşcenneti yeni yapılanTema Parkta güzel bir anma töreni yapıldı.

2 Kasım 2017 Perşembe

RAHİM GÜNDÜZ, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı TPAO Araştırma Merkezi Grubu (İdare / Makam Şoförü - Protokol Şoförü) Emeklisi

RAHİM GÜNDÜZ
RAHİM GÜNDÜZ
Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı
TPAO Araştırma Merkezi Grubu (İdare) Emeklisi
12 Aralık 1949 yılında Kars’ın Posof kazasında doğdum.
Ailem, 1956’da Sarıkamış’a göç etti. Sonuçta Sarıkamış’ın Bozat köyüne yerleştik.
1957 yılında ilkokula başladım. 
1963’de ilkokuldan başarıyla mezun oldum.
Orta Okula kayıt yaptırdım. Fakat bu ara, uzun süren bir hastalık geçirdiğim için, kayıt olduğum halde ortaokula devam edemedim.
1965 yılında Babam TPAO Batman Bölge Müdürlüğünde çalışmaya başladı.
Bir süre sonra ailemizi de Batman’a götürdü.
Aile Batman’da ailece dört yıl kaldık.
Bu dört yılın sonunda tekrar köye döndük. Ben Köyde bir yıl kaldıktan sonra 1970 yılında Vatani Görevini yapmak üzere Askere gittim. Askerliğim Kütahya’da başladı. İzmir’in Gaziemir ilçesinde gördüğüm iki aylık bir (Bina Elektrik Tesisatçılığı) kursundan sonra; Bursa ili, Yenişehir İlçesi “6. Ana Jet Üssü”nde askerlik görevimi başarıyla tamamlayıp terhis oldum.
Bu sırada Babam Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) Genel Müdürlüğü Arama Grubunda çalışmakta idi.
Ben de TPAO’ya girdim.
1972 yılında Adıyaman da bir yıl çalıştıktan sonra; Sinop Ayancık’ta Ozan Sungurlu ile birlikte saha da görev yaptım. Sezon sonu tekrar Adıyaman’a döndüm.
1974’de Lüleburgaz’a gönderildim. Burada yaklaşık Bir yıl çalıştıktan sonra, Ankara’ya döndüm ve Araştırma Merkezi Grup Başkanlığı’nda hizmetimi sürdürdüm.
1995 yılında “TPAO’nun çalıştığı süre içinde hiçbir kaza yapmamış ve hiçbir kaza veya hasara sebep olmamış tek Şoförü sıfatıyla” onur ve takdirle emekli oldum.
Şimdi Ankara’da, Öveçler de ikamet etmekteyim.
TPAO’ya minnettar ve müteşekkirim.
Bu vesileyle Rabbim, TPAO’nun toprağına bereket, ömrüne ömür katsın;
TPAO ilelebet yaşasın ve ülkemize hizmet etsin dilerim.
Ben bir TPAO’cuyum.
Bilinçli bir TPAO Sevdalısıyım. TPAO’nun her daim gelişmesini, büyümesini, eski güç, bütünlük ve kudretine erişmesini, tekrar kavuşmasını ve bu güne kadar TPAO tarafından kurulmuş PET-KİM, BOTAŞ, DİTAŞ, İGSAS, TPIC v.b. gibi bütün kurum ve kuruluşları yine bünyesinde toplasın isterim.  

30 Ekim 2017 Pazartesi

OĞUZ ERTÜRK, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı "TPAO" Genel Müdürlüğü Araştırma Merkezi Grup Başkanı "KISA BİR HAYAT HİKÂYESİ" (TPAO İle İlgili Özel ve Özgün Bir Kesit)

OĞUZ ERTÜRK
TPAO ARAŞTIRMA MERKEZİ GRUP BAŞKANLIĞI
GRUP BAŞKANI
OĞUZ ERTÜRK
Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) da 01 Eylül 1977  -  17 Temmuz 2007 tarihleri arasında tamı tamına “29 yıl 10 ay 17” gün görev yaptım.
06 Mart 1998  -  20 Aralık 2002 tarihleri arası birinci; 
23 Eylül 2003  -  6 Ocak 2006 arası da ikinci kez “Araştırma Merkezi Grup (sonradan Daire ) Başkanlığı” dönemleridir.
Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı Genel Müdürlüğü Araştırma Merkezinde toplam altı buçuk yıl Grup Başkanlığı yaptım.
Bu arada;
15 Ekim 2000 -  14 Temmuz 2001 arasında vekaleten 9 ay TPİC Başkanlığı; 21 Aralık 2002 - 22 Eylül 2003 arası 11.5 ay Arama Grubu Başkanlığı; 7 Ocak 2006 -  17 Temmuz 2007 tarihleri arasında da “TPAO Alternatif Enerjiler Dairesi”nin kurucu; ilk ve son Başkanı olma şeref ve bahtiyarlığına eriştim.
Sonuç olarak:
6 Mart 1998 - 17 Temmuz 2007 tarihleri arasında dört ayrı TPAO ünitesinde toplam 9 yıl 4 ay 10 gün Başkanlık yapmış bir kişi olarak; 17 Temmuz 2007’de 55 yaşında kendi isteğimle TPAO’dan emekli olarak izleyen 7.5 yıllık özel sektör çalışanı sıfatıyla ülkeme hizmete devam ettim.

26 Ekim 2017 Perşembe

ÖZER BALKAŞ (TPAO-Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı Genel Müdürlük-Arama Grubu) YAYINLADI "Dostmu? Düşmanmı? AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ (ABD) Yaz: Orhan KARAKOÇ, 26 Ekim 2017



Özer Balkaş
21 saatAnkara
Dost mu ? Düşman mı ?
AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ (ABD)
Yıl 1786 idi.
İlk defa, ABD bandıralı bir gemi Osmanlı limanlarından birine yanaştı.
Adı “Grand Türk” idi…
İçine taşıdığı yolcular ise, Anadolu’ya ekilmek üzere gönderilen ilk nifak tohumları olan misyonerlerdi.
İlk önce İzmir ve çevresine yuvalandılar.
Türk devletinin geniş hoşgörüsünden (aslında gafletinden) yararlandılar!
Anadolu’da birçok misyoner okulu açtılar. Okullarına öğrenci olarak da daha çok Bulgarları, Ermenileri, Rumları, İngilizleri, Yahudileri ve Kürtleri aldılar!
Yeni kiliseler kurdular etrafında cemaatler oluşturdular, Matbaalar kurdular ve maalesef bu milletin aleyhinde binlerce kitap, dergi vb. basmak suretiyle kararlı bir şekilde faaliyetlerine devam ettiler!
1863 yılına gelindiğinde bu matbaalarda Ermenice, Rumca, Bulgarca, İbranice, Kürtçe ve Türkçe olmak üzere basılan kitap sayısı 160.000’i aşmaktaydı. 1900 yılına gelindiğinde ise sadece Anadolu’da (İstanbul dâhil) 400’ü aşkın okulda 17.500 civarında öğrenci okutmaktaydılar.
Daha doğrusu, nifak tohumlarını bu öğrencileri zehirlemek suretiyle ekmekteydiler!
Bir karşılaştırma yapabilmek açısından aynı dönemdeki Türk okullarının sayılarını da vermek gerekmektedir. 1913-1914 yıllarında sadece Anadolu değil, bütün İmparatorluk dâhilindeki Sultaniye ve İdadilerin sayısı 63 ve buralarda okutulan öğrenci sayısı ise sadece 6.800 civarında idi.
Osmanlı devleti, 1869’dan itibaren her türlü yabancı okulu yakından izlemeye başlayınca, gözdağı vermek için Osmanlı karasularına ABD savaş gemilerinin gönderilmesini dahi gündeme getirdiler!
Çünkü dönemin ABD Başkanı Theodore Roosevelt’e göre dünyada herkesten önce ezilmesi gereken bir Türk gücü vardı.
Zaten misyonerlere verilmiş olan talimatta da öz olarak başka bir şey denilmiyordu. Misyonerleri Anadolu’ya gönderen güç, onlara verdiği talimatta: “Bir fetih savaşına girmiş askerler olduğunuzu unutmayın. Ve her ne kadar mücadele manevi alanda, kafanın kafayla, kalbin kalple mücadelesi ise de ve sizin silahınız Tanrı’nın inayeti ile güçlendirilmiş manevi bir silahsa da Napolyon’un askeri girişimleri kadar araştırma, bilgi ve düşünmeye ihtiyaç gösterir. Bu mukaddes ve vaat edilmiş topraklar silahsız bir Haçlı Seferi’yle geri alınacaktır” denilmekte idi.
Yani, “Grand Türk”’ün yolcuları aslında; “Büyük Türk”ü “Küçük Türk” yapabilmek için gelmişlerdi…
Bulgaristan'ı kuranlar, başta Robert Koleji olmak üzere bu okullarda yetiştirildiler.
Sonunda bağımsız Bulgaristan kuruldu!
Sonra, sonra ne mi oldu?
Neler olmadı ki?
Bir yandan misyonerler aracılığı ile Anadolu’da nifak tohumları ekilmeye, Anadolu’da yaşayan halklar birbirinden soğutularak düşman edilmeye çalışılırken, bir yandan da Anadolu’da can vermek üzere olan Hıristiyanlığa can suyu verilerek Anadolu yeniden Hıristiyanlaştırılmaya çalışılıyordu!
Yeter mi? Tabi ki yetmez…
1948’den başlayarak, etkileri 1970’li yıllara kadar devam eden Marşal Yardımı kapsamında; o dönemde Anadolu’da her evde koyun, keçi veya sığır (süt hayvanı) bulunduğu halde, içine ne katıldığı bilinmeyen süt tozları bütün Türk çocuklarına (okullarda) dağıtılıp içirilerek geri zekâlı bir nesil oluşturulmaya çalışıldı!
Buna rağmen Menderes döneminde Kore'ye gittik ve onlar için savaştık. Kan döktük can verdik.
Hatta şarkılar bile besteledik. Yaşı 60’ın üzerinde olanlar bu şarkıyı çok iyi hatırlarlar:
“Amerika Amerika,
Türkler dünya durdukça,
Beraberdir seninle,
Hürriyet savaşında.
Bu bir dostluk şarkısıdır,
Kardeşliğin yankısıdır.
Kore'de olduk kan kardeşi,
Sönmez bu yangının ateşi…”
Ama kazın ayağı hiç de öyle değildi.
1960 yılına geldiğimizde ise yeni bir tezgâh daha sahneye konulmuştu.
O yıl ABD büyükelçiliğinde bir albay başkanlığında 18 kişiden oluşan bir Kürt İşleri Bürosu kuruldu ve bu büro aracılığı ile, özellikle doğu illerimizde ABD adına görev yapacak çok iyi Kürtçe konuşabilen ve bölge hakkında çok geniş bilgilerle donatılan yeni ajanlar yetiştirilmeye, hiç vakit kaybetmeden Anadolu’ya yollanmaya başlandı!
Bu ajanlara, şeytanın silah arkadaşı olan Fransa Paris’te Kürtçe öğretildi.
Ajanların çok büyük bir bölümü çok zeki, çok genç ve çok güzel kızlardan oluşuyordu. Bu güzel kızları, o yolu yolağı olmayan Kürt köylerinde gören Kürt ve Türk gençlerinin ise içleri gidiyordu. Ne kadar da güzellerdi…
O zamanlar, Türkiye’de devam eden bir savaş olmamasına rağmen, bölgede görevlendirilen bu ajanlara “Amerikan Barış Gönüllüleri” deniliyordu…
1969 yılı itibariyle 69 ilimizde toplam 232 barış gönüllüsü bulunmaktaydı.
Bu sözünü ettiğimiz “Barış Gönüllüleri (Peace Corps) projesi”, ABD tarafından 1961 yılında dönemin ABD Başkanı olan Jonn F.Kenedy tarafından, parlamento kararı ile başlatılan bir projeydi.
Proje kapsamında ülkemize gelen gönüllü (pardon ajan) sayısı resmi rakamlara göre 1201 idi, ancak gerçek sayının ne kadar olduğu hiçbir zaman tespit edilemedi!
Sonrası?
Doğu’daki PKK hareketinin başlangıcı bir 10 yıl sonraya rast gelir!
Yani bu barış gönüllülerinin icraatları bu topraklara saçılan kin tohumlarına mükemmel birer gübre olmuştu!
Bizler ise Amerikan barış gönüllülerinin saçtığı zehri unuttuk. Bu zehre karşı panzehir üretmeyi ve kullanmayı maalesef yeterince akıl edemedik.
Ne mi yaptık?
Sadece zehirlenmiş kardeşlerimize düşman olduk!
Bu Amerikan ajanlarının yıllar önce insanlarımız arasına yavaş yavaş ektikleri nifak tohumlarının zehirli meyvelerini son 20/30 yıldır sık sık yemek zorunda kaldık.
Bu zehirli meyveleri hala yemeye devam etmiyor muyuz?
Biz her şeye rağmen saf saf Amerika’yı dost ve müttefik olarak görmeye devam ederken, 1974 yılında gerçekleştirdiğimiz Kıbrıs Türk Barış Harekatı'na karşı çıkan, bu harekatı durdurmak için Akdeniz'e deniz filosu gönderen ve Harekattan sonra da uzun yıllar ülkemize silah, mühimmat ve askeri malzeme ambargosu uygulayan da bu dost Amerika idi!
Yine aynı yıllarda, ABD'nin Nihat Erim Hükümetine baskı yaparak Türkiye'de afyon ekimini yasaklattığını ve Ecevit'in iktidara gelmesiyle ABD'ye meydan okuyarak afyon ekiminin 1973 yılında yeniden başlatıldığını, Amerikan ambargosunun sebeplerinden birinin de bu afyon (haşhaş) ekimi krizi olduğunu unutmayalım.
Zaman ilerledi, 1992 yılına geldiğimizde başka bir Amerikan ihaneti ile karşı karşıya gelmiştik. 10 Aralık 1992'de ABD’ye ait Çekiç Güç helikopteri Cudi Dağı’ndaki PKK’lara silah, mühimmat ve malzeme attılar!
Yani ABD’nin PKK, PYD gibi Türk düşmanlarına yardım yapması hiç de yeni değildir.
Bu olayın Türk Jandarma ve İstihbarat Timleri tarafından fotoğraflanıp tespit edilmesi üzerine, Eşref Bitlis Paşa tarafından konu Genelkurmay Başkanlığı’na intikal ettirdi.
Bunun üzerine, 17 Aralık 1992’de Çekiç Güce bağlı ABD helikopterleri, Irak’ın Selahaddin Kenti’ne gitmekte olan Eşref Bitlis’in helikopterine ateş açtılar! Ama Paşa şimdilik kaydıyla kurtulmuştu.
Ve takvimler 01 Ekim 1992’yi gösterirken, ABD tarafından bir muhribimiz resmen (yanlışlıkla) vuruldu! Adı Muavenet idi.
Adını Çanakkale Savaşı’nda İngilizlerin Goliath Zırhlısı’nı batıran ünlü “Muavenet-i Milliye Muhribi”nden alan “Muavenet” adlı muhribimiz; dost ve stratejik ortak olarak bildiğimiz Amerika tarafından; Ege Denizi’nde gerçekleştirilen NATO Kararlılık Gösterisi-92 Tatbikatı sırasında, USS Saratoga (CV-60) uçak gemisinden üst üste ateşlenen füzeler tarafından, kaptan köşkü ve savaş harekât merkezinden vuruldu!
Bu elim olayda, yaşamlarının henüz baharında olan beş denizcimiz kalleşçe şehit edildi, 22 denizcimiz de yaralandı!
“Muavenet Muhribi 1 Ekim’de vuruldu, 4 Ekim’de ise Irak’ta Kürt Federe Devleti’nin ilan edildi!
Oysa Türkiye Irak’ta kurulacak bir Kürt devletini asla istemiyor ve hatta bunu savaş nedeni sayıyordu.
Diğer bir gelişme ise; Muavenet vurulduğunda Eşref Bitlis Paşa tarafından; Kuzey Irak’ta PKK’ya karşı büyük bir harekât başlatılmıştı, ancak ABD bu harekâtın yapılmasını istemiyordu.
Artık bu Eşref Paşa Amerika için çok olmaya başlamıştı…
Nitekim üzeninden çok zaman geçmeyecek ve Eşref Bitlis Paşa; 1993 yılında uçağı düşürülerek (ABD parmağı olduğu düşünülen şaibeli bir uçak kazasında) şehit edilecekti!
1991 Yılındaki 1. Körfez Savaşı’nın ardından, 1996 yılında Saddam Hüseyin bölgedeki gücünü arttırınca, Kuzey Irak’ta barınamayacakları anlaşılan tam 7.500 CIA peşmergesi Kürt, ABD tarafından 1996 yazında bölgeden kaçırılmak zorunda kalındı.
Aynı yıl ABD tarafından Washington’da bir Kürt Enstitüsü kuruldu, başına da Mike Amitay adlı bir Yahudi getirildi…
İşte Irak’taki bugünkü sözde Kürt Devleti Projesi’nin taslak planları, daha önce Güneydoğu Anadolu’da defalarda inceleme gezisi süsü verilen istihbarat faaliyetlerinde yöneticilik görevi yapmış olan bu Yahudi ABD ajanı tarafından hazırlandı.
ABD’nin Kuzey Irak’tan kaçırdığı bu Kürtler ile Avrupa, Türkiye, Suriye ve İran gibi ülkelerden seçilen yetenekli Kürtler; bu Enstitü tarafından, ileride düşünülen işgal sonrası yapılacak operasyonlar için özel olarak yetiştirildiler!
Neler mi öğretildi?
Bir bölgenin demografik yapısı nasıl değiştirilir, nüfus ve tapu kayıtları nasıl sabote edilir, oylar nasıl değiştirilir ve Kerkük gibi kentlere göçmenler nasıl kaydırılır gibi “ince işler” öğretildi.
Aynı Enstitüde başka bir grup ise kurulacak Kürt Devletinin ihtiyaç duyacağı bürokrasiyi oluşturmak üzere yetiştirildi.
2002 yılına gelindiğinde ise 24 Temmuz – 15 Ağustos tarihleri arasında Kaliforniya’daki Nevada Çölü’nde, ABD tarihinin en büyük tatbikatı düzenlendi. Tatbikatın adı “Millennium Challenge-2002”, yani Türkçesi “Bin Yılın Meydan Okuması-2002” idi. Binlerce askerin katıldığı bu tatbikatta; ABD askerlerine, Türkiye'yi işgal eğitimi yaptırılıyordu.
Tatbikatın senaryosu ve başlangıç tarihi ise çok manidardı. Yani ABD, hedef tahtasına Türkiye’yi koyduğu tatbikatın başlangıç tarihi olarak, Lozan Anlaşması’nın imzalandığı 24 Temmuz’u seçiyor ve Türkiye’ye karşı bin yılın meydan okumasını yapıyordu!
Takvimler 20 Mart 2003’ü gösterirken “Özgürleştirme Operasyonu” adı altında ve naklen verilen dehşet dolu görüntülerle beklenen işgal hareketi başlatıldı!
ABD özel kuvvetleri ve ABD’de yetiştirilen Kürt gruplar 09 Nisan’da Kerkük’e, 10 Nisan’da da Musul’a girdiler ve buraları işgal ettiler.
Türk şehirlerine giren CIA Kürtleri 1. Körfez Savaşında olduğu gibi yine Tapu ve Nüfus Dairelerini yağmadılar!
Türk şehirlerindeki Tapu ve Nüfus kayıtlarının yok edilmesinin asıl sebebi ise, bölgedeki Türk kimliğini yok etmekti. Neden mi? Çünkü mevcut belgeler buraların Türklere ait olduğunu gösteriyordu. Öyleyse önce bunlar yok edilmeliydi.
Asıl amaç bölgede bir Kürt Devleti kurmaktı ve bu nedenle bölge Türksüz ve Arapsız hale getirilmeliydi! Öyle de yapıldı!
2’nci Körfez Savaşı ile Irak’ta gücünü ve etkinliğini arttıran ABD artık Irak’ta hiçbir Türk’ü istemiyordu.
Tarihler 04 Temmuz 2003’ü gösterirken ABD askerleri, Kuzey Irak’ta görev yapan Türk Özel Kuvvetlerine baskın yaptılar 11 askerimizi derdest ederek tutukladılar ve başlarına da ÇUVAL geçirdiler.
Bu çuval bütün Türk milletinin başına geçirilmiş bir çuval idi.
ABD tarafından bu baskında hırsızlık da yapılmıştır.
Türk Timi’nin karargâhı darmadağın edildi, odalardaki her şey kırıldı, döküldü, parçalandı. Türk bayrakları ve Atatürk tabloları yerlere atıldı. Karargâhtaki askeri uydu sistemi tahrip edildi, 30 tüfek, bilgisayar, harita, uydu fotoğrafları, çelik kasada bulunan 106.000 dolar para, telsizler, bir adet jeep, iki kamyonet ve bir otomobil çalındı.
Çok daha önemlisi, bu baskında çok önemli bir MİLLİ KRİPTO CİHAZI’mıza da el konuldu.
Daha sonraki yıllarda da Amerika’nın Türkiye aleyhindeki faaliyetleri ve Türk düşmanlarına yardımları hiç hız kesmeden devam etti.
2016 yılında ABD güdümündeki Irak’taki kukla hükümete gaz verilerek Musul’daki, Başika’daki askeri varlığımız tehdit edildi, tehlikeye sokuldu ve Irak’tan çıkmaya zorlandı.
Aslında geçmişe yönelik anlatılacak çok şey var ama isterseniz kısa keselim ve gelelim bu güne…
Ney yazık ki, Türk milletine zararlı Amerikan faaliyetleri azalmadığı gibi artarak devam etti ve halen de artarak devam etmektedir.
Artık gün; dün değil, bugün…
Gelen haberlere göre;
ABD tarafından, Suriye'nin Afrin bölgesinde bölücü örgüt PKK adına bir ‘TERÖR AKADEMİSİ' kuruldu!
Şu anda birçok ülkeden gelen kürtçü teröristler bu kampta Türk milletine karşı eğitilmektedir!
Türk istihbarat birimleri tarafından Başbakan Binali Yıldırım'a sunulan rapora göre; sadece 2016 yılında PKK'ya verilen silahlarla ‘modern bir ordu' kurulması mümkündür!
Son günlerde PKK/PYD'nin, önemli miktarda cephaneyi Münbiç-El Bab-Afrin hattına naklettiği bilgisi de gelen bilgiler arasındadır!
PKK'ya verilen silahlar arasında uçaksavarlar, roketatarlar, Dockalar, Kaleşnikof, Zagros, Dragunov ve G- 3 otomatik piyade tüfekleri de yer almaktadır!
Bu şu demektir: ABD tarafından PKK/PYD/YPG, şimdiye kadar hiç olmadığı ölçüde Türkiye’ye karşı güçlendirilmekte, eğitilmekte, donatılmakta ve silahlandırılmaktadır.
Burada verdiğimiz fotoğraf da zaten her şeyi açıkça ortaya koymaya yetmektedir. Afrin'de yeni çekilen bu fotoğraf, Türkçe Konuşan Ülkeler Uluslararası Gazeteciler Derneği (TKÜUGD) Suriye Medya Ofisi tarafından yayınlanmıştır.
Ne diyelim?
Böyle dost, böyle ortak... Düşman başına…
Aslında en güzelini, yıllar önce Aşık Mahzuni Şerif söylemiştir:
“Devleti devlete çatar,
İt gibi pusuda yatar,
Kan döktürür silah satar,
Su diye yutturur buzu,
Gafil düştük kuzu kuzu!
Bunca milletlere yazık,
Sömürülmüş bağrı ezik,
Seni sevenin fikri bozuk,
Ulkemizi parcalamaya calisan dIs guclere karsi, Türk milleti ve bu topraklarda yaşayan herkes din, dil, ırk, cinsiyet, milliyet, etnik köken farkı gozetmeksizin el ele, omuz omuza tek vücut olmalı, birlik, beraberlik icinde birbirimize kardesce, dostca, sevgi ve saygıyla davranarak bu cennet vatanımızı korumalıyız.
Sevgiyle, akılla, bilinçle ve mutlulukla kalın...


19 Ekim 2017 Perşembe

EKMEL UYGUR DİNÇÖZ "Facebook" DA YAYINLADI. "GÜNÜMÜZDE "Bütün Yöneticilere" ÖRNEK OLACAK BİR YAŞAM HİKÂYESİ: ANGELA MERKEL

Destekçileri ona, isminin kısaltılmış haliyle “Angie” diye sesleniyor. Seçim kampanyalarında Rolling Stones’un Angie’si çalınıyor.. Nüvit Alagök
Epeyce aramızın bozuk olduğu Angela Merkel Time dergisi tarafından yılın kişisi seçildi. Nedenini aşağıdaki öz geçmiş veriyor. İlginç bulacağınızı umarım.
Angela Dorathea (Kasner) Merkel.
Tam adı bu.1954 doğumlu.
*
Babası protestan papazı, annesi İngilizce öğretmeni… Hamburg’ta dünyaya geliyor, henüz dört aylıkken Berlin’e 50 kilometre uzaklıktaki Templin kasabasına taşınıyorlar. O tarihte duvar yok.
*
Sene 1961.
Rüzgâr dönüyor.
Duvar örülüyor.
Yedi yaşındaki Angela ve ailesi, Doğu’da mahsur kalıyor.
*
Matematik, fen ve lisan derslerindeki müthiş başarısı üzerine,
Goethe’nin Nietzsche’nin Wagner’in de mezun olduğu Leipzig
Üniversitesi’ne kabul ediliyor.Fizik diploması alıyor.
*
O zamanlar Sovyet gümbür gümbür, herkes ruh gibi takip ediliyor,
Papazın kızı da mecburen kızıl’laşıyor, komünist gençler derneğine yazılıyor. Doğu Berlin Üniversitesi’ne geçiyor,Quantum fiziğinde
doktor oluyor. Henüz 20’sindeyken siyasete bulaşıyor, 36 yaşındayken Lothar de Maiziére hükümetinin sözcüsü oluyor.
*
“Berlin Duvarı yıkılmasaydı, benim hikâyem de sıradan bir Doğu Alman hikâyesi olarak kalırdı” diyor… Ama duvar yıkılıyor.
*
Duvar yıkılır yıkılmaz tası tarağı topluyor, Berlin’in öbür yakasına atlıyor. Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi’ne üye oluyor. “Kara dev” lakaplı Helmut Kohl’den ağabeylik görüyor. Sonrası malum… Erkek egemen partide, erkeklerin en üstüne çıkıyor,Almanya’nın en genç başbakanı, ilk kadın başbakanı oluyor.
*
Şimdi gelelim…
“Kadın” Angela’ya.
*
23 yaşında Doğu Berlin Üniversitesi’ndeyken hoca-asistan aşkıyla,fizik profesörü Ulrich Merkel’le evleniyor. Angela Kasner, Angela Merkel oluyor. Çocukları olmuyor. Duvar yıkılmadan, yuva yıkılıyor. 28 yaşındayken boşanıyor.
*
“Doğu’da olmadı, bi de Batı’da deneyeyim” diyor, Batı’ya geçtikten sonra, 44 yaşındayken, gene profesör ama bu defa kimya profesörü Joachim Sauer’le evleniyor. Fizik profesörü kocadan kimya profesörü kocaya geçiyor, biyoloji gene denk gelmiyor, gene çocukları olmuyor.
*
Albert Einstein’ın da ders verdiği Humboldt Üniversitesi’nde ders veren Joachim Sauer, moleküler kimyada Almanya’nın en önemli 10 bilim adamı arasında yer alıyor. Angela gibi o da Doğu Almanya doğumlu… Angela gibi ikinci evliliğini yaptı. İlk evliliğinden iki oğlu var. Eşim başbakan oldu, malı götüreyim, oğullarıma gemicikler alayım, cızbızcı açayım demiyor. Basından, protokolden uzak duruyor. Gayet mütevazı
yaşıyor. Sadece tatilde birlikte görülüyorlar. Eşinin parlamentodaki yemin törenlerine bile katılmıyor, laboratuvarındaki televizyondan seyrediyor. Stern dergisi Joachim Sauer için “operadaki hayalet” sıfatını kullanıyor. Angela ise, eşi için kısaca “o çok büyük bir adam” diyor.
*
Angela 28 sene evvel boşanmasına rağmen, hâlâ ilk eşinin soy adını kullanıyor. “Eski eşini, gençlik aşkını unutamadı” gibi dedikodular var; Günahı boynuna… “Merkel soyadıyla tanındığım için değiştirmedim” diyor.* Battal giyiniyor, genellikle üniforma gibi hep aynı kıyafetleri tercih ediyor. Altında pantolon, üstünde ceketimsi bi şey, sadece renkleri değişiyor. Langur lungur yürüyor. Yüksek topuk giymiyor. Mizahçılar hep bu tarafına vuruyor, “Alman köylüsü” muamelesi görüyor. Bi defasında Karl Lagerfeld’e sordular, nasıl buluyorsunuz diye… “Berbat” dedi. Başkasına sormadılar.
*
Bazen, kaş yapayım derken göz çıkarıyor. Başbakan olduğunda baloya davet edildi, göğsü açık şifon bi gece elbisesi giydi, memeler kadraja sığmadı..
İtalya’da herkesin içinde havluya sarınarak mayosunu
değiştirmeye kalktı, The Sun gazetesine yakalandı, açıkta kalan poposunun fotoğrafını yayınladılar, memeler zarif kaldı.
*
Umurunda bile değil, kilolu vücuduyla barışık… Diyet yapmıyor. Spor yapmıyor. “çekici olmasaydım evde kalırdım, halbuki ben iki defa evlendim” diyor.
*
Magazin basını en çok saçına takıyor, kısa kahküllü oğlan çocuğu modeli yerden yere vuruluyor. Eskiden ya kendisi kesiyor, ya da sıradan kuaförlerle idare ediyordu.
Başbakan olunca, Berlin’de eşcinsel bi kuaför var, pek meşhur, ona götürdüler, nafile kardeşim, saç hâlâ aynı saç.
*
İngilizce, Rusça biliyor.
*
Makine gibi, sabah 6’dan gece 24’e kadar çalışıyor. Enine boyuna tartmadan harekete geçmeyen,serinkanlı bir bilim insanı o… Daima sakin kalmayı başarıyor. Ama konuşmaya başladığında etrafını büyülüyor, yere bakan yürek yakan cinsinden… Müthiş bir analitik zekâsı var,ayrıntıları asla kaçırmıyor.
*
Destekçileri ona, isminin kısaltılmış haliyle “Angie” diye sesleniyor.
Seçim kampanyalarında Rolling Stones’un Angie’si çalınıyor.
*
> Dans etmeyi sevmiyor. Klasik müzik seviyor. Her sonbaharda Bayreuth’ta düzenlenenWagner Festivali’ni kaçırmıyor.
*
Lüks sevmiyor. Şehir hayatından hoşlanmıyor, çayır çimende mutlu oluyor. Başbakan seçilmeden önce, özel hayatında modası geçmiş Opel’e biniyordu, Berlin çeperinde mütevazı bir evde oturuyordu. Şimdilerle
vakit bulamıyor, ama bahçesinde çiçeklerini çapalarken dinlendiğini söylüyor. Bizimkiler gibi bahçıvan çalıştırmıyor.
*
Hobisi, eşine yemek yapmak… Alman klasiği patates çorbası’yla parmakları yedirttiği söyleniyor.
*
Dışarıda yemeğe çıkmak için en beğendiği adres, Berlin’deki Yunan restoranı Cassambalis… üstelik “başbakan bizim müşterimiz” diye hesaplara geçirme yapmıyorlar, fiyatları gayet makul… Zaten,lezzetiyle değil de kazıkçılığıyla sükse yapmaya çalışan ukala dümbeleği bir yer olsa, Merkel’in oraya gitmesi mümkün değil.
*
Yengeç burcu… Tipik özelliklerini taşıyor. Cesaretle endişenin,
çılgınlıkla huzurun, ilelebet fedakârlıkla tık diye vazgeçmenin
kesiştiği nokta… Sezgileri çok güçlü.
*
Gerçekleştiremediği hayali var mı? Var. Trans-Sibirya demiryoluyla
Moskova’dan Vladivostok’a, karlar altında tren seyahati yapmak
istiyor. “Çocukluğumdan beri düşlerim, bir gün mutlaka” diyor.
*
Her lider gibi, Angela’ya da belden aşağı vuruldu. KGB arşivlerinde yer alan tozlu hatıralar piyasaya servis edildi. Doğu Almanya’da üniversite öğrencisiyken, göl kenarındaki çıplaklar kampında çekilmiş anadan üryan fotoğrafları yayınlandı. O zamanlar da balık eti imiş,ama güzel kızmış doğrusu… Kariyerine olumsuz etkisi sıfır oldu. Alman halkı oralı bile olmadı.ÇünküAlman halkı, kimin soyunduğuyla ilgilenmiyor, halkı soyan var mı,ona dikkat ediyor.
*
Hırsızlık yapmıyor.
Başbakanlık maaşı dışında geliri yok.
*
Time dergisi tarafından “yılın kişisi” seçilen Angela, özetle bu.
*
Peki neden o seçildi?
Time dergisinin yayın yönetmeni Nancy Gibbs anlatıyor.
*
“Şahsi menfaate taviz vermediği için, zorbalığa taviz vermediği için, dünyada az bulunan ahlaki liderlik gösterdiği için” diyor.

LİNK: https://www.facebook.com/ekmel.dincoz/posts/10155630221645772